Allah'ı Unutanlardan Olmayın !
“Allah'ı unutup da, Allah'ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın; onlar, yoldan çıkmış kimselerdir.” (59 Haşr,19)
“Ey Müslümanlar, Allah'ı unutanlar gibi olmayın. Allah'ı unutanlardan olmayın. Allah'ı unutup Allah'ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın.” Onlar Rablerini unutmuşlar, Rablerini unutarak bir hayat yaşamaya başlamışlar, Allah da onlara kendilerini unutturuvermiştir. Adamlar kendilerini unutmuşlar, kendilerini düşünmez olmuşlar. Peki kendilerini düşünmez olmuşlar da neyi düşünür olmuşlar? Dünyayı, parayı, hayatı, arabayı, arabanın modelini, elbisenin güzelini, tesbihin oltusunu, evlerinin, dükkanlarının dizaynını düşünür olmuşlar… Arabalarının üzerinde meydana gelen küçücük bir çiziği düşünür olmuşlar da, kendi ruh dünyalarında, ailelerinin, çocuklarının ruh dünyalarında oluşan nerdeyse araba girecek büyüklükteki küfür ve şirk çiziklerini düşünmez olmuşlar. Evlerinin boyasını, cilasını düşünmüşler de, kendilerinin, çocuklarının Allah boyasıyla boyanmasını düşünmez olmuşlar. Çocuklarının boğazlarının doyurulmasını düşünmüşler de, kalplerinin, kafalarının Allah'ın istediği bilgi ve imanla doyurulmasını düşünmez olmuşlar.
Markı, doları düşünmüşler de, Bakara'yı, Âli İmrân'ı hiç düşünmez olmuşlar. Dışlarını düşünmüşler de, içlerini, kalplerini düşünmez olmuşlar. Bedenlerinin ihtiyaçlarını düşünmüşler, kalplerinin ihtiyacını düşünmez olmuşlar. Her şeyi düşünüyor, ama kendilerini unutuyorlar. Kendi geleceklerini unutuyorlar. Halbuki insanın bu dünyadan âhirete gidecek tek şeyi kendisidir. Malı, mülkü, atı, arabası, dükkanı, tezgahı, evi, barkı, toprağı, tapusu, vatanı, ülkesi her şeyi burada kalacaktır. Yaptığımız, ektiğimiz, diktiğimiz, bina ettiğimiz her şey bu dünyada kalacaktır. Bunlardan sadece Allah için yaptıklarımızın kazancı bizimle birlikte öbür tarafa gidecektir.
Bizi bu dünyaya getiren, bizi yaratıp bu dünyada imtihana çeken Rabbimizi, Rabbimizin dinini, kitabını, Rabbimizin elçisini, Rabbimizin bizden istediklerini unutarak bir hayat yaşarsak, İslâm'dan uzak bir dünya yaşayacak olursak o zaman kesinlikle bilelim ki biz kendi kendimizi unutacağız. Kendimiz ve hayatımız dünyada kalacak, bizimle birlikte yarına intikal etmeyecek, boş şeylerin peşinde bir ömür tüketerek eli boş olarak Rabbimizin huzuruna gideceğiz demektir.
İşte görüyoruz, insanlar kendilerini, kendi geleceklerini unutuyorlar da nice boş şeylerin peşine takılıyorlar değil mi? Allah'ın kendisini hatırlatmak üzere, kendilerine, kendi kulluklarını, kendi kurtuluşlarını öğretmek üzere gönderdiği kitabını unutuyorlar da başka nice kitapların peşine düşüyorlar. Kur'an'ı unutuyorlar da nice gazetelerin, nice dergilerin, nice kitapların peşine takılıyorlar. Allah'ın kendilerine örnek, model olarak gönderdiği peygamberini bırakıyorlar da, nicelerinin arkasına düşüyorlar. Nicelerini kendilerine örnek biliyorlar. İşte kim böyle Allah'ı unutursa, Allah da ona kendisini unutturacaktır. Allah onu kendi haline bırakıverir de o insan dünyanın peşinde, dünyada kalacak şeylerin peşinde yuvarlanır gider. Tamamen küfrün, şirkin, isyanın ve günahların içinde boğulur gider. İşte bunlar fâsıklardır. Kalbi, düşüncesi, ameli, hayatı bozuk olanlardır bunlar.
Fısk ve fâsık kelimeleri Kur'anı Kerim'de toplam 54 yerde geçer. Kur'an, bazı yerlerde fıskı iman; fâsığı da mü'min karşıtı bir anlamda kullanmaktadır (32 Secde, 18). Bazı yerlerde ise dinin emirlerine itaatin karşıtı olarak geçer (49 Hucurât, 7, 11). Fısk ve çoğulu füsuk kelimesinin geçtiği yedi âyette Müslümanların muhatap alındığı görülür. Bu âyetlerde büyük günahların işlenmesinin, dinin emir ve yasaklarına aykırı davranılmasının kastedildiği görülür. Hadislerde ve sahabe sözlerinde de sıkça geçen fısk ve fâsık kelimeleri genelde bu son anlamda kullanılmıştır. Yani genel kanı, fâsığın iman dairesi içinde olduğu merkezindedir. Yalnız, unutulmamalıdır ki fâsık olan mü'min, eksik imanlı, kâmil olmayan bir mü'mindir; böyle bir mü'mine dindar, muttakî, muhlis (ihlaslı) gibi sıfatlar verilemez. Fısk ile küfür arasında bir yakınlık vardır.
Fâsığın tanımı hakkında çeşitli tarifler bulunmakla birlikte, terim olarak "haktan sapan, Allah'ın emirlerine itaatten ayrılan âsi mü'min veya kâfir" diye tanımlanabilir. Bazı âyetlerde Yahudiler, Hristiyanlar, müşrikler ve münafıklardan söz edilirken çoğunun fâsık olduğu bildirilir (Mesela, 2 Bakara, 99; 3 Ali İmrân,110; 5 Mâide, 47, 59). Diğer bazı âyetlerde ise fısk ve füsuk mü' minlere nispet edilir (2 Bakara,197, 282; 24 Nur, 4). Fısk ve fâsık kelimeleri hadislerde de geçmektedir. Hz. Peygamberimiz, mü'mine sövmenin günah (füsuk) olduğunu ve fıskla itham edilen kişinin fâsık olmaması halinde bu sıfatın itham edene döndüğünü söylemiş (Buhâri, Edeb 44; Müsnedi Ahmed, V/181), nimetlere şükretmeyen ve belâlara tahammül göstermeyen kadınların fâsık ve dolayısıyla cehennemlik olduklarını haber vermiştir (Müsnedi Ahmed, 3/428).
Mutlak fâsık, ilahî emirlere hiçbir noktada itaat etmeyen ve her bakımdan âsi olan kimsedir ki buna kâfir denir. Mü'min fâsık ise, iman esaslarını tasdik ettiği halde tembellik, gaflet ve şehvet sebebiyle ilahî buyruklardan birine itaat etmeyen kişi olup sadece bir veya birkaç noktada fısk içinde bulunur. Sünnî âlimlere göre fâsık mü'min, işlediği günaha göre kısas, had, ta'zir vb. cezalara çarptırılır. Tövbe etmeden öldüğü takdirde, durumu Allah'ın iradesine bağlı olup, O dilerse doğrudan doğruya veya şefaatçilerin şefaatiyle onu affeder, dilerse cehennemde azaba uğrattıktan sonra cennete koyar. İlahî emirler, iman ve amel olmak üzere ikiye ayrıldığına göre ikisine de uyan kâmil mü'mindir; ameli eksik olan ise fâsık mü'mindir. Zira fısk, daha çok amelle ilgili bir kavramdır.
Fâsık, dinin emir ve yasaklarını hafife alacak derecede günaha dalar, tevil edilemeyecek şekilde fıskını izhar ederse küfre düşmesinden korkulur; böyle bir kimse bazı âlimlere göre kâfir olur. Fısk, imandan küfre geçişin bazen kuvvetli bir tehlike halini alabildiği hassas bir nokta oluşturabilmektedir. Bütün bunlarla birlikte İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu fıskı, kebâir (büyük günahlar) işleyerek Allah'a itaatten uzaklaşmak diye tanımlar ve fâsığı inkâra sapmadığı sürece mü'min sayarlar. Dinî ıstılahta fısk, genellikle 'imandan çıkarmayan' yasaklanmış eylemler anlamında kullanılmıştır.
Fıskla ilgili âyetlerden anlaşılacağı gibi, fısk, doğru yoldan sapmayı ve Allah'ın yasakladığı fiillerde bulunmayı ifade etmektedir. Fıskın sonu helak ve cehennem ateşidir. Kâfirler, münafıklar ve müşrikler mutlak anlamda fâsıktırlar; aynı şekilde zâlimler de fâsıktır. Fıskın Kur'an'da “füsuk” olarak ifade edilen ve mü'minin işlediği “mü'minlerle alay etmek ve onları hoş olmayan lakaplarla çağırmak” gibi ve benzeri amellerden tövbe edilmezse, yine azabı hak edici olmakta ve fâsıklar, cehennem azabından kurtulamamaktadır. Her kâfir, münafık ve müşrik, en azından küfrü, yalanlaması, nifakı ve şirki yüzünden fâsıktır. Küfür, nifak ve şirkin dışında daha başka fısk olan ameller de vardır. Mü'min, aslında temel vasıf olarak kâfir, münafık veya müşriğin sıfatı olduğu halde, bu amelleri işleyebilir; böylece fâsık olan mü'min, tövbe etmezse azabı hak eder. Mü'minin işlediği fısk onu fâsık yapar. Fısk, temelde bir küfür eylemidir; fakat fısk, küfrün itikadî amelini değil; fiilî amelini ifade eder. Yani, el, ayak, göz, dil gibi organların işlediği yasaklanmış ameller fısktır ve bunları işleyen mü'min, itikadî yönden imanda ise de, işlediği fiil yönüyle amelî küfür içindedir. Demek oluyor ki fısk, küfrün fiilî / amelî yönünü ifade eden bir kavramdır.
Âlimler, fıskı daha çok “büyük günahları irtikâp etmek” olarak tarif etmişlerdir. Bazı âlimler ise, günahları küçük görmek ve onlarda ısrar etmek de fısktır derler. Genel olarak fıskın üç mertebesi vardır. Birincisi, günahı çirkin kabul etmekle beraber, yine de zaman zaman şeytanın vesvesesine veya nefsine uyup günah işlemektir. İradesi zayıf olan insanlarda bu hal tekerrür eder. İkincisi: Günah olduğunu kabul ve ikrar ettiği halde, sık sık aynı haramları işlemektir. İçki tiryakilerinde veya kumar düşkünlerinde bu hal görülür. Üçüncüsü: Haram olduğunu inkâr edip, ısrarla fısk olan davranışı yapmaktır. Fıskın birinci ve ikinci mertebelerinde bulunan Müslümanın tövbe etmesi gerekir. Üçüncü mertebede bulunan insanın ise, Müslüman olduğunu iddia ediyorsa, bu yaptığı fısk onu küfre düşürdüğünden tecdidi iman etmesi ve İslam'a teslim olması şarttır.
“Ey Müslümanlar, Allah'ı unutanlar gibi olmayın. Allah'ı unutanlardan olmayın. Allah'ı unutup Allah'ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın.” Onlar Rablerini unutmuşlar, Rablerini unutarak bir hayat yaşamaya başlamışlar, Allah da onlara kendilerini unutturuvermiştir. Adamlar kendilerini unutmuşlar, kendilerini düşünmez olmuşlar. Peki kendilerini düşünmez olmuşlar da neyi düşünür olmuşlar? Dünyayı, parayı, hayatı, arabayı, arabanın modelini, elbisenin güzelini, tesbihin oltusunu, evlerinin, dükkanlarının dizaynını düşünür olmuşlar… Arabalarının üzerinde meydana gelen küçücük bir çiziği düşünür olmuşlar da, kendi ruh dünyalarında, ailelerinin, çocuklarının ruh dünyalarında oluşan nerdeyse araba girecek büyüklükteki küfür ve şirk çiziklerini düşünmez olmuşlar. Evlerinin boyasını, cilasını düşünmüşler de, kendilerinin, çocuklarının Allah boyasıyla boyanmasını düşünmez olmuşlar. Çocuklarının boğazlarının doyurulmasını düşünmüşler de, kalplerinin, kafalarının Allah'ın istediği bilgi ve imanla doyurulmasını düşünmez olmuşlar.
Markı, doları düşünmüşler de, Bakara'yı, Âli İmrân'ı hiç düşünmez olmuşlar. Dışlarını düşünmüşler de, içlerini, kalplerini düşünmez olmuşlar. Bedenlerinin ihtiyaçlarını düşünmüşler, kalplerinin ihtiyacını düşünmez olmuşlar. Her şeyi düşünüyor, ama kendilerini unutuyorlar. Kendi geleceklerini unutuyorlar. Halbuki insanın bu dünyadan âhirete gidecek tek şeyi kendisidir. Malı, mülkü, atı, arabası, dükkanı, tezgahı, evi, barkı, toprağı, tapusu, vatanı, ülkesi her şeyi burada kalacaktır. Yaptığımız, ektiğimiz, diktiğimiz, bina ettiğimiz her şey bu dünyada kalacaktır. Bunlardan sadece Allah için yaptıklarımızın kazancı bizimle birlikte öbür tarafa gidecektir.
Bizi bu dünyaya getiren, bizi yaratıp bu dünyada imtihana çeken Rabbimizi, Rabbimizin dinini, kitabını, Rabbimizin elçisini, Rabbimizin bizden istediklerini unutarak bir hayat yaşarsak, İslâm'dan uzak bir dünya yaşayacak olursak o zaman kesinlikle bilelim ki biz kendi kendimizi unutacağız. Kendimiz ve hayatımız dünyada kalacak, bizimle birlikte yarına intikal etmeyecek, boş şeylerin peşinde bir ömür tüketerek eli boş olarak Rabbimizin huzuruna gideceğiz demektir.
İşte görüyoruz, insanlar kendilerini, kendi geleceklerini unutuyorlar da nice boş şeylerin peşine takılıyorlar değil mi? Allah'ın kendisini hatırlatmak üzere, kendilerine, kendi kulluklarını, kendi kurtuluşlarını öğretmek üzere gönderdiği kitabını unutuyorlar da başka nice kitapların peşine düşüyorlar. Kur'an'ı unutuyorlar da nice gazetelerin, nice dergilerin, nice kitapların peşine takılıyorlar. Allah'ın kendilerine örnek, model olarak gönderdiği peygamberini bırakıyorlar da, nicelerinin arkasına düşüyorlar. Nicelerini kendilerine örnek biliyorlar. İşte kim böyle Allah'ı unutursa, Allah da ona kendisini unutturacaktır. Allah onu kendi haline bırakıverir de o insan dünyanın peşinde, dünyada kalacak şeylerin peşinde yuvarlanır gider. Tamamen küfrün, şirkin, isyanın ve günahların içinde boğulur gider. İşte bunlar fâsıklardır. Kalbi, düşüncesi, ameli, hayatı bozuk olanlardır bunlar.
Fısk ve fâsık kelimeleri Kur'anı Kerim'de toplam 54 yerde geçer. Kur'an, bazı yerlerde fıskı iman; fâsığı da mü'min karşıtı bir anlamda kullanmaktadır (32 Secde, 18). Bazı yerlerde ise dinin emirlerine itaatin karşıtı olarak geçer (49 Hucurât, 7, 11). Fısk ve çoğulu füsuk kelimesinin geçtiği yedi âyette Müslümanların muhatap alındığı görülür. Bu âyetlerde büyük günahların işlenmesinin, dinin emir ve yasaklarına aykırı davranılmasının kastedildiği görülür. Hadislerde ve sahabe sözlerinde de sıkça geçen fısk ve fâsık kelimeleri genelde bu son anlamda kullanılmıştır. Yani genel kanı, fâsığın iman dairesi içinde olduğu merkezindedir. Yalnız, unutulmamalıdır ki fâsık olan mü'min, eksik imanlı, kâmil olmayan bir mü'mindir; böyle bir mü'mine dindar, muttakî, muhlis (ihlaslı) gibi sıfatlar verilemez. Fısk ile küfür arasında bir yakınlık vardır.
Fâsığın tanımı hakkında çeşitli tarifler bulunmakla birlikte, terim olarak "haktan sapan, Allah'ın emirlerine itaatten ayrılan âsi mü'min veya kâfir" diye tanımlanabilir. Bazı âyetlerde Yahudiler, Hristiyanlar, müşrikler ve münafıklardan söz edilirken çoğunun fâsık olduğu bildirilir (Mesela, 2 Bakara, 99; 3 Ali İmrân,110; 5 Mâide, 47, 59). Diğer bazı âyetlerde ise fısk ve füsuk mü' minlere nispet edilir (2 Bakara,197, 282; 24 Nur, 4). Fısk ve fâsık kelimeleri hadislerde de geçmektedir. Hz. Peygamberimiz, mü'mine sövmenin günah (füsuk) olduğunu ve fıskla itham edilen kişinin fâsık olmaması halinde bu sıfatın itham edene döndüğünü söylemiş (Buhâri, Edeb 44; Müsnedi Ahmed, V/181), nimetlere şükretmeyen ve belâlara tahammül göstermeyen kadınların fâsık ve dolayısıyla cehennemlik olduklarını haber vermiştir (Müsnedi Ahmed, 3/428).
Mutlak fâsık, ilahî emirlere hiçbir noktada itaat etmeyen ve her bakımdan âsi olan kimsedir ki buna kâfir denir. Mü'min fâsık ise, iman esaslarını tasdik ettiği halde tembellik, gaflet ve şehvet sebebiyle ilahî buyruklardan birine itaat etmeyen kişi olup sadece bir veya birkaç noktada fısk içinde bulunur. Sünnî âlimlere göre fâsık mü'min, işlediği günaha göre kısas, had, ta'zir vb. cezalara çarptırılır. Tövbe etmeden öldüğü takdirde, durumu Allah'ın iradesine bağlı olup, O dilerse doğrudan doğruya veya şefaatçilerin şefaatiyle onu affeder, dilerse cehennemde azaba uğrattıktan sonra cennete koyar. İlahî emirler, iman ve amel olmak üzere ikiye ayrıldığına göre ikisine de uyan kâmil mü'mindir; ameli eksik olan ise fâsık mü'mindir. Zira fısk, daha çok amelle ilgili bir kavramdır.
Fâsık, dinin emir ve yasaklarını hafife alacak derecede günaha dalar, tevil edilemeyecek şekilde fıskını izhar ederse küfre düşmesinden korkulur; böyle bir kimse bazı âlimlere göre kâfir olur. Fısk, imandan küfre geçişin bazen kuvvetli bir tehlike halini alabildiği hassas bir nokta oluşturabilmektedir. Bütün bunlarla birlikte İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu fıskı, kebâir (büyük günahlar) işleyerek Allah'a itaatten uzaklaşmak diye tanımlar ve fâsığı inkâra sapmadığı sürece mü'min sayarlar. Dinî ıstılahta fısk, genellikle 'imandan çıkarmayan' yasaklanmış eylemler anlamında kullanılmıştır.
Fıskla ilgili âyetlerden anlaşılacağı gibi, fısk, doğru yoldan sapmayı ve Allah'ın yasakladığı fiillerde bulunmayı ifade etmektedir. Fıskın sonu helak ve cehennem ateşidir. Kâfirler, münafıklar ve müşrikler mutlak anlamda fâsıktırlar; aynı şekilde zâlimler de fâsıktır. Fıskın Kur'an'da “füsuk” olarak ifade edilen ve mü'minin işlediği “mü'minlerle alay etmek ve onları hoş olmayan lakaplarla çağırmak” gibi ve benzeri amellerden tövbe edilmezse, yine azabı hak edici olmakta ve fâsıklar, cehennem azabından kurtulamamaktadır. Her kâfir, münafık ve müşrik, en azından küfrü, yalanlaması, nifakı ve şirki yüzünden fâsıktır. Küfür, nifak ve şirkin dışında daha başka fısk olan ameller de vardır. Mü'min, aslında temel vasıf olarak kâfir, münafık veya müşriğin sıfatı olduğu halde, bu amelleri işleyebilir; böylece fâsık olan mü'min, tövbe etmezse azabı hak eder. Mü'minin işlediği fısk onu fâsık yapar. Fısk, temelde bir küfür eylemidir; fakat fısk, küfrün itikadî amelini değil; fiilî amelini ifade eder. Yani, el, ayak, göz, dil gibi organların işlediği yasaklanmış ameller fısktır ve bunları işleyen mü'min, itikadî yönden imanda ise de, işlediği fiil yönüyle amelî küfür içindedir. Demek oluyor ki fısk, küfrün fiilî / amelî yönünü ifade eden bir kavramdır.
Âlimler, fıskı daha çok “büyük günahları irtikâp etmek” olarak tarif etmişlerdir. Bazı âlimler ise, günahları küçük görmek ve onlarda ısrar etmek de fısktır derler. Genel olarak fıskın üç mertebesi vardır. Birincisi, günahı çirkin kabul etmekle beraber, yine de zaman zaman şeytanın vesvesesine veya nefsine uyup günah işlemektir. İradesi zayıf olan insanlarda bu hal tekerrür eder. İkincisi: Günah olduğunu kabul ve ikrar ettiği halde, sık sık aynı haramları işlemektir. İçki tiryakilerinde veya kumar düşkünlerinde bu hal görülür. Üçüncüsü: Haram olduğunu inkâr edip, ısrarla fısk olan davranışı yapmaktır. Fıskın birinci ve ikinci mertebelerinde bulunan Müslümanın tövbe etmesi gerekir. Üçüncü mertebede bulunan insanın ise, Müslüman olduğunu iddia ediyorsa, bu yaptığı fısk onu küfre düşürdüğünden tecdidi iman etmesi ve İslam'a teslim olması şarttır.
Ali KÜÇÜK