“Yoksa ey Muhammed! Senin için Allah'a karşı yalan yere iftira etti mi der-ler? Allah dilerse senin kalbini mühürler, batılı da yok eder, hakkı sözleriyle ger-çekleştirir. Doğrusu O, kalplerde olanı bilendir.” (Şura 24)
Yoksa onlar, o müşrikler peygamberin yalan uydurup kendi uydurduğu bu sözleri Allah’a izâfe ederek, “O’na karşı yalan uydurdu,” mu diyorlar. Yani onlar Allah hiç bir şey indirmemiştir, Allah zaten bir şey indirmez, Allah hayata karışmaz, Allah bize vahiy gönderip bizden bir şeyler istemez, Allah bu dünyayı yaratmış, bizleri yaratmış ve sonra da bizi kendi halimize bırakmış, “bildiğiniz gibi keyfinize göre yaşayın” dediğini mi söylüyorlar? Hal böyleyken, seni yalancılıkla ve Allah’a iftira etmekle mi suçluyorlar? “Peygamberim! Eğer gerçekten bu kâfirlerin iddia ettikleri gibi sen böyle bir konuda Allah’a yalan iftirada bulunmuş olsaydın, mutlaka senin o kalbini mü-hürler, dilini koparır, beynini damgalar ve bu Kur’anı sana unuttururduk. Onu senin kalbinden sö-küp alırdık.
Senin vahiy kaynağını kesip kuruturduk.” Tehdidi görüyor musunuz? Peki kime yapı-lıyordu bu tehdit? Allah’ın yeryüzünde en çok sevdiği kuluna ve peygamberine değil mi? Öyleyse Allah’a yalan uyduranların vay haline. Allah demediği halde Allah böyle diyor demek sûretiyle ya da dediklerini demedi biçiminde gizlemek sûretiyle Allah’a yalan iftirada bulunanların vay haline!
Allah’ın dediklerini demedi, demediklerini de dedi şeklinde Allah’a yalan iftirada bulun-mak… “Efendim, zaten Allah da bundan yanadır, Allah da bunu istemektedir,” diyerek Allah’ın is-temediklerini Allah istiyormuş pozisyonunda insanlara sunmak, Allah’a yalan iftirada bulunmak demektir. “Efendim, Allah da demokrasiden yanadır, İslâm da laikliği önermektedir. Kur’anda ke-sinlikle cihad emri yoktur. Allah böyle bir şeyi emretmemiştir. Bu çağda, bu devirde kesinlikle böyle çağdışı bir şeyi Kur’an emretmez! El kesme, göz çıkarma kesinlikle Kur’ana yakışan şeyler değildir. Baş örtme de yoktur efendim! Nerden çıkarıyorlar bunu? Kur’anda kesinlikle böyle bir emir yoktur. Kur’anda yaşadığımız hayatı düzenleyen prensipler yoktur. Kur’an bu dünyaya ka-rışmaz. Kur’an sadece bir ahlâk kitabıdır! Kur’an da demokratik bir sistem öneriyor efendim! Kur’an bundan başka bir şey demiyor ki!” diyerek, kimileri de bugün Allah’ın dediklerini demedi demediklerini de dedi demeye çalışıyorlar. İşte bu da Allah’a yalan iftiradır.
“Efendim ben Kur’anı başından sonuna kadar taradım, orada baş örtmeye dair bir tek emir bile bulamadım,” diyen veya; “ben bu insanların kurtuluşu için bir tek yol biliyorum, o da demokrasidir, bunun dışında başka sıhhatli bir çıkış yolu bilmiyorum,” diyen adamın iftirası, bütün bunlar Allah adına beyan ve Allah adına Allah’a yalan iftiralardır.
Yahudiler, Hıristiyanlar ve müşrikler baştan sona İslâm’dan uzak bir hayat yaşıyor ve diyorlardı ki, “işte bu yaşadığımız hayat Allah’ın istediği hayattır''. İşte Allah’ın razı olduğu hayat budur, Allah kullarından böyle bir hayat ister. Bizler şu anda Allah’ın razı olduğu hayatı yaşıyo-ruz. Bizler Allah’ın elçisi Musa’nın yolundayız, İsa’nın yolundayız. Bizler hanifleriz, yani İbrahi-m’in yolundayız.” Bu sözleriyle Allah’a yalan iftirada bulunuyorlardı. Halbuki yaşadıkları bu hayat ne Allah’ın istediği, ne de sözünü ettikleri peygamberlerle ilgisi olan bir hayattı. İşte bu da Allah’a yalan iftirada bulunmaktır.
Tıpkı bugün yaşadıkları hayat İslâm olmayan Müslümanların, “biz İslâm’ı yaşıyoruz, bu yaşadığımız hayat Allah’ın istediği hayattır,” demeleri gibi. Halbuki namazımızdan tesettürümüze kadar, siyasal yapılanma-mızdan ekonomik sistemlerimize, hukuk tarzımızdan kılık-kıyafet biçi-mimize, mücadele metodumuzun meşruluğundan düğün-dernek anlayışlarımıza, beşerî ilişkileri-mizden soframıza, çocuklarımızın eğitimine kadar yaşadığımız hayat bellidir. Yani bu Yahudi ve Hıristiyanlar veya bugünün ehl-i kitabı olan Müslümanlar eğer kitapla yaşamıyor, kitaplarıyla be-raber değil, kitaplarından habersiz biz hayat yaşıyorlarsa, muhtemelen bu noktaya düşmüş ola-caklardır. Çünkü bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Yani eğer adamın hem bağrına bastığı kitabı var, “ben kitapsız değilim,” diyor, hem de kitabından, kitabının içeriğinden habersiz ve hattâ kitabına ilgisiz bir hayat yaşıyorsa, elbette kelâmı va’z olunduğu mananın ötesine taşıracak, tahrifat yapmak zorunda kalacaktır.