Köşe Yazıları \ Oruca Mazeret Niye..

Oruca Mazeret Niye..

"Ey iman edenler sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç size de farz kılındı, yazıldı. "Umulur ki takva erleri olasınız."
(2 Bakara, 183)

Savm, lügat mânâsı insanın kendisini meylettiği şeylerden, isterse bir söz olsun alıkoyması, tutması demektir. Şeriat dilindeki mânâsı ise insanın en büyük istekleri olan yeme, içme ve cinsel ilişkiden bütün gün kendisini alıkoyması, menetmesi demektir. Ayet-i Kerîme’de önceki toplumlara farz kılındığı gibi size de farz kılındı denirken, artık biz öğreniyoruz ki, bizden önceki toplumlara da oruç farzmış. Yâni orucun farziyeti sadece bize ait bir farziyyet değildir. Onlar orucun vaktini değiştirmişler, şeklini, şemalini değiştirmişler, oruca farklı yaklaşımlarda bulunmuşlar ve sonunda orucu kaybetmişlerdir. Ama müslümanlar şükürler olsun, orucun aslî ve fıtrî şeklini muhafaza edebilmişlerdir. Yâni şu anda müslümanlar orucu pratikte nasıl uygulanması gerekiyorsa öylece uygulama yolunda gitmektedirler.

Elhamdülillah ki bu konudaki Kur’an âyetleri çok net ve de Peygamber Efendimizin oruçla ilgili belirlediği yasalar da açık ve net olarak elimizdedir. Ve böylece bu iş ayakta durmaktadır. Artık namaz da, oruç da, hac da evrensel bir boyuta ulaşmış, evren-sel özelliklere sahiptir. İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinden beri var olan bir emir ve bir ibâdet şekli.

Orucun hikmetleri çeşitli şekillerde sayılabilir. Ama bakın Rabbimiz şöyle buyuruyor:

"Umulur ki takva erleri olasınız, müttakîlerden olasınız."

Yâni tüm hayatınızı Allah için yaşayıp, bu oruçla da hayatı Allah için yaşamanın bir boyu-tunu gerçekleştiresiniz. Şüphesiz oruçta başka faydalar da vardır, başka gerekçeler de vardır. Ama öncelikle bakıyoruz ki, Bakara sûresinin bundan sonraki âyetlerinde değerlendirdiği bütün olaylarda savaş, barış, hac, infak, fâizden sakınma gibi konularda hep takva görüyoruz.

Takva, hayatı Allah için yaşamak, hayatı Allah için değerlendirmek, hayatı tümüyle Allah’a verebilmenin, tüm hayatta Allah’ın koruması altına girip onunla yol bulabilmenin adıdır. Bakıyoruz âyetlerde, şu işi yaparsanız takvalı olursunuz, bu işi yapmazsanız takva sahibi olursunuz, savaşı şöyle değerlendirirseniz muttaki olursunuz, fâizden şöylece kaçınırsanız muttaki olursunuz, orucu böyle yaparsanız muttaki olursunuz, Haccı, Arafat’ı, Müzdelife’yi şöylece değerlendirirseniz muttaki olursunuz gibi emirler bizim için aynı zamanda şöyle bir sistem oluşturmaktadır. Bu din sadece birtakım kuru emirler, bir kısım ölü kaideler ve şeklî kurallar dini değildir. Bu din vicdana, imana ve dolayısıyla öte âlem imanına, Allah’a bağlılık imanına bağlı olan ve hayatı yalnızca Allah için yaşamanın imanını gerektiren bir özelliğe sahiptir.

"Sayılı günlerde farz kılındı."

Sayılı günlerde tutulacak bu oruç.

"Sizden hasta veya yolculuk halinde olan tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde tutar."
"Ama oruca güç yetiremeyenler de bir mis-kini doyuracak kadar fidye verirler."
"Kim gönülden bir hayır yaparsa, o iyilik kendisinedir. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır."

Kim bir tatavvu yaparsa, yâni bir nâfile işlerse, o onun hayrınadır. Yâni kim de hasta veya seferde olduğu halde oruç tutarsa, o da sizin için hayırlıdır, eğer bilirseniz. Yâni yukarıda anlatıldığı gibi seferde yahut hasta olduğu için Allah’ın kendilerine tanıdığı ruhsattan istifade etmeyi düşünmeyerek oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır, buyuruyor Rabbimiz.

Ya da buradaki tatavvu, kişinin oruç tutmadığı her bir gün için bir fakiri doyurması gerekirken, birden fazla fakiri doyurması biçiminde bir tatavvudur, bir fazlalıktır. Veya oruç tuttuğu halde yine de bir fakiri doyurması biçiminde bir tatavvudur.

Gerçekten orucun hastalıkla ilgisi vardır. Bu âyet bunu açıkça belirtiyor. Fakat müslüman bir toplumda, müslüman bir hayatın içinde insanlar oruca karşı çok alışkındırlar, dayanıklıdırlar. Bakıyorsunuz adam yetmiş, seksen yaşında ihtiyar bir adamın, ya da hasta bir insanın çok rahat bir şekilde orucu tuttuğunu görüyoruz. Ama orucu tutamayanlar veya oruç tutmamakta diretenler hastalık gibi veya başka şeyler gibi bahaneler bulmaya çalışıyorlar. Bunların hepsi aslında hikâyedir. Yâni bir müslüman gerçekten niyet ettim acıkmamaya dedi mi, çok rahat orucu tutabilir, işte bakıyoruz, annelerimiz de ninelerimiz de gâyet rahat tutuyorlar.

Hasta olanlarımıza bile tutturmadığımız zaman mahvoluyorlar. Ama öbür tarafta, müslüman bir toplum içinde kınanmaktan dolayı bazen oruç tutmak zorunda kalan adamlar, bakıyorsunuz küçük bir baş ağrısından dolayı hemen bozuyorlar, efendim oruç zor bir ibâdettir, herkes bunu yapamaz, biraz müsaade etmeli filan diye de propogandasını da sürdürmeye çalışıyorlar. Aslında bu sesler hayatlarında sınır tanımadan, haram-helâl dinlemeden sürekli yemeye alışmış imansız boğazların geğirtisi veya Allah’ın emirlerinden midesi bozulmuş insanların barsak gü-rültülerinden başka bir şey değildir.

Tüm dünya müstekbirlerinin, dünya insanının haklarını yemeye, kanlarını emmeye koştukları, bir türlü doyma bilmedikleri bir dünyada, müslümanlar ise, onların yemek için çırpındıkları şeyleri yememek için, kullandıkları şeyleri kul-lanmamak için âdeta bir savaş vererek oruçla onlara büyük dersler vermektedirler. Oruçla müslümanlar helâl lokmaya bile uzanmamak eğitiminden geçirilerek haramlara karşı böylece sakınma alışkanlığı kazanıyorlar. Müslümanlar oruçla, helâliyle bile belirli saatlerde cinsel ilişkiye girmeme eğitiminden geçirilerek, zinaya karşı meyletmeme özelliği kazanıyorlar. Açlık sayesinde açların durumunu anlama imkânı buluyorlar.

Oruçta o kadar çok hikmetler var ki, bunlar saymakla bitmez.

"Oruç sabrın yarısıdır." (Tirmizî)

Hadis-i şerifi gereği müslümanlar, eşine benzerine rastlanmayacak bir sabır eğitiminden geçirilmektedirler.
Oruç, malda ve bedende Allah’ı söz sahibi kabul etmenin ifadesidir. Oruç tutan bir müslüman, malda da canda da Allah’ı söz sahibi kabul ediyor demektir. Zaten kişinin hayatta iki şeyi vardır. Bunlardan birisi canı, ötekisi de malıdır, sahip olduğu şeylerdir. Oruç tutan mü'min diyor ki; "Ya Rabbi, mal da senin, can da senin! Dün ye, dedin yiyordum, bugün yeme, dedin bak yemiyorum! Ama şu anda iftar vakti ye, dediğin için yiyorum!" diyerek, malda da canda da Allah’ı söz sahibi kabul etmektedir.

Oruç, kişinin hanımını Allah’ın emaneti bilmesinin ifadesidir. Ya Rabbi Ramazanda yasak dedin, ben bu yasağa uydum. Bu konuda seni söz sahibi biliyorum, demesinin ifadesidir.

Oruç baştan sona niyetten ibarettir ve sadece Allah’a aittir. Oruçla müslüman, Allah için niyet taşıma konusunda çok büyük bir deneyim kazanmaktadır.

Bunu kişi, ancak Allah için yapabilir. Kimse bunu bir başkası için yapamaz. Bir başkası için yapsa, onun göremeyeceği bir yer buldu mu rahatlıkla yer içer. Kimse bu konuda onu zorlayamaz. Şu anda dünyanın hiçbir gücü, dünyanın hiçbir kuruluşu milyarlarca insanın aynı anda çorbaya kaşık uzatmasını sağlayamaz. Hiçbir güç, bir saatliğine bile olsa bunu sağlayamaz. Onun içindir ki Rabbimiz:

"Oruç benim içindir ve onun mükâfatını ancak ben vereceğim" (Buhârî, Savm, 9) buyurur. Oruç, sadece Allah için olunca elbette onun mükâfatını da ancak Allah takdir buyurur. Evet, birilerine zor gelebilir. Birileri onu zor görebilir. Halbuki bu iş ibâdettir, kulluktur, taattır, takvadır ve buna gücü yetenin mutlaka yerine getirmesi gerekmektedir. Eğer insanın üstesinden gele-meyeceği bir şey olsaydı, zaten Allahü Teâlâ bize böyle bir yük yüklemezdi.


Paylaş

Ziyaretçi Defteri

    Düşüncelerinizi bizimle paylaşmak için ziyaretçi defterini kullanabilirsiniz.

  • Deftere Yaz / Oku